30 Aralık 2010 Perşembe

.... bu yıl olsun hey hey!

son oyunlarını oynadığımız 2010 yılına bir bakış attıyoruuuum. neler yaptım, neler yaptılar, ne kadar yol aldım, ne zaman yerimde saydım...


2010 yılının ilk saatleri pek tatlı geçmemişti hatırladığım kadarıyla, gözyaşları, kavgalar, ahlak konusunda konuşulanlar.. hatta bu konuşmalar bütün bir ocak ayını sarmış beni de kendime olan güvenimden uzaklaştırmıştı. süreklilik sağlamış eğitim hayatımın son donemime girmeme az kalmıştı, hafif bir yoğunluk vardı sanki..

şubat geldi, tatil... 15 günlük bir ara verip nefes alıcak, kendime gelicek ve bir iki ay daha dayanıp yeni hayatıma adım atıcaktım. ancaaaakkkk.... 15 günlük tatilin daha ikinci gününde fazla alkolün de etkisiyle birikmiş duygularımız bizi solladı. bir ağaca çarptık. araba haşat, ben vasat!patlayan dudağım ve kanayan burnumla tanımadığım birinin evindeyim.. hissedilir hasar bırakan ilk kazamdı, son olmasını umuyorum..

mart sakin geçmek zorundaydı, durulmam gerektiğini söylüyordu sanki şubat ayında olan tüm aksilikler! bende biraz sakinleştim, kendimle kalmaya başladım.. zaten herkes beni kendimle bırakmaya pek müsaitti :)

nisan bir tatlı tatlı başladı, doğum günümün oluşu, hafif kalbmin çarpması ister istemez güzelliklerin yola çıktığını söylüyordu amaaaa ne kadar güzellik olursa olsun hayatında ağzını kocaman açıpta anırdığın dostların yokken ne farkederdi? onları gerçekten özlemiştim, onlar özlememiş miydi acaba?

mayıs... ohh çektim, artık evimdeydim. okul bitti biticek, pisliklerden uzaklaşıcam falan... iş hayatı başladı. para para paraaaaaaaa! insan kendini bişey sanıyor tabi. ee harcıcak yer/kimse yok, biriktir o zaman dedim. yine evimdeyim, muhteşem çiftlerim gidip geliyor, iyi ki varlar!

haziran, okula son verdik! artık bitti o karanlık günler !!! dedim ki, aslında hiç bitmiyormuş anladım :) eski konular gündeme geliyor dostlar arasında, söylenmesi gerekenleri söyleyip, yine suçlu oluyorum. yine yalnız kalıyorum. ah şu kadınlar!

temmuz-ağustos, çok sıcak, istanbulda yalnızım. tatile gitmek istemiyorum, evin bu halinin tadını çıkartıyorum. sorumsuzluğum baş gösteriyor. kalbim acıyor ama umursamıyorum, her zaman yaptığım gibi. diger kalpleri iyileştirmeye gidiyorum...

eylül yeni insanlar tanıyorum, hepsi birbirinden tatlı, sıcak insanlar. bana çok şey katıyorlar, çok şey öğreniyorum onlardan. eski raflardan bir kaç kutu indiriliyor, eski arkadaşlarla görüşülüyor ve eskiler ortaya çıkıyor. o kadar alışmışki vücut yalnızlığın rahatlığına ve dramına hiç bozasım yok! yerlerine kaldırıyorum hepsini..

ekimmmm... yüce ekim!

kasım da biraz zor zamanlar geçiyor, dostlarımı çok özlüyorum. onları bir arada görmek istiyorum ama bu imkansız. herkes bir agızdan konuşuyor, sadece dinleyebiliyorum. hala içimde kalmış sözcükler var.

veeeee... aralık. hayatımda bir ilk yaşıyorum. muhtemelen 14-15 yaşlarımda yaşamam gereken o "ergenlik bunalımları" nı şimdi yaşıyorum. "ulaşmak istediğim hiç bir şeye ulaşamadan ulaşmışcasına mutlu olmak nedir biliyor musunuz? Ben biliyorum. geçmişime baktığımda sırf annem, babam, ablam, arkadaşlarım vs üzülmesin diye, onlar hayallerinden, isteklerinden olasın diye kendi hayallerimi arka plana atmışım. atmamış gibi mutlu olmuş, elimdekiyle fazla yetinmişim. sesim çıkmaz, yüzüm gülmez olmuş. hiç bir şeyin arkasından koşmamışım, yorulmamışım, çabalamamışım. 6 ay çalışıp kendime hiç bir şey almamışım. yapılacaklar listesini hiç tamamlayamamışım. kendime güvenimi yitirmişim. " dedim. ve bir kaç gün kendimi eve kapattım. ne yapmalı ne etmeli diye düşündüm durdum. Buldum.. bugün 30 aralık 2010. 30 aralık 2011 de neler yazıcağımı merak ediyorum. umarım bu sefer bu kadar uzatmam...

Hepimize mutlu yıllar.. sevdikleriniz ve dostlarınızla!

24 Aralık 2010 Cuma

olmalı mı olmamalı mı

aralık ayında güneş açtı. bir hafta boyunca sonbahar tatlılığıyla geçti günler. peki ben o günleri nasıl değerlendirdim? Eve kendimi kapatarak. neden? haketmediğimi düşündüğümden.
son cümleyi yazarken kendime bir çok küfür saydırdım, evet... kendi kendimi kuleye kapatıyorum. kapılara kilit vurduruyorum. uzaklaşıyorum normalden, kaybolan benden.
ne kadar da iyiyim! kimse kabullenemiyor şu halimi, çok gülüyorum. bende insanım insanmasanızda, benimde duygularım var, her gün gülemem ki ! sonra yüzlerinde hafif bir tebessüm oluyor, kalkıp gidiyorlar.

10 Aralık 2010 Cuma

sevgili insanlar

Zamanı geldi sanırım gerçeği kabullenmenin. Biten sevgileri görmeliyim artık. O yüksek sesler kesildi uzun zamandır. Sabahlara kadar anlattıklarım, paylaştığım sevinçler. Biten şaraplar, kenarda saklanan şarap şişeleri atılmalı artık sanırım. Kabullenmeli bir şeyleri, kaç yaşına geldim değil mi? E artık büyüdüm, gerçekler daha bir gerçek değil mi artık ya da daha bir acı. O zaman toptan yakmalı tüm resimleri, eski anıları. Sildi mi tam silmeli! Mi?

Ne yapmalı şimdi? Aylarca savaştığın dostluktan vaz mı geçmeli..
Durmalı öylece… Dinlemeli sessizliği. Her bedenin ihtiyacı vardır böyle ayrı düşmelere, biraz yalnızlık gözyaşlarına. Hatta farkındalığa… evet, farkındalık.

Belki çok uzun zamanımı aldı fark etmek.. hatta geç oldu güçte oldu. Olsun, daha iyileri için!
Hep hata yapmaktan uzak, insanları kaybetmekten uzak olalım diye engelledik kendimiz. Sustuk; anlayışlı olduk. Konuştuk; suçlu olduk. Ağladık; güçsüz olduk. Düşüncemizi savunurken; hiç hissetmediğimiz olduk hep.. hep ve onların gözünde.

Bir kere mi olduk? Hayır! O zaman suç kimde… sende ve bende sevgili arkadaşım. Biz hep yaptık bunu.

Bakıyorum da hayatımıza bak kaç yıl olmuş, bir şeyler öğrenmişizdir artık.. bundan sonra yapmayız yeniden aynı hataları, iyilikten uzaklaşmaz artık insanlar yanımızdan. Kötü davrandıkça bağlanıyorlar sana e anladık artık değil mi? Yalan söyle, aldat onları, herkesin içinde küçük düşür! İnsanlar bayılıyorlar buna yahu!

Kötü gün dostu diye bir şey yok.
E anladık artık…
Değil mi?

Kadından Bozma

düzen bozanız!
sevip, yeniden kuranız.
Şeytanız!

ojeli tırnaklarımızla
dünyayı sallar, midesini bulandırırız.
seni senden alır,
diğerinin ruhuna katarız.
Uyanın artık!
biz şeytanız...

kırmızının gücünü birleştirip dudaklarımızda
boyarız tüm gözleri
sokaklardaki derin uykunuzda
siz peri kızlarıyla sevişirken
siz kırmızıya kendinizi bırakmışken
yeniden doğarız.

her yıkışınızda
daha dik kalkarız.

Uyanın artık...
görsenizde hep istediklerinizi
inanmasanızda bir ince bileğe..

Uyanın artık!
İçimizdekini susturamayız,
susturmayız!

kırmızıyız, şeytanız,

koca iri bir dudağız.



Simge A.

5 Aralık 2010 Pazar

Frankie and Johnny - 2

Bir an için ünlem ve soru işaretlerini yok sayıp kendimi deli rüzgara bıraktım. Savruluşum, kayalara vuruşum… gözümü boyadım, nefes alırmış gibi yaşadım. Ve hayatımın hatasını yapmıştım. Kocaman bir kara deliğe sürüklendim durdum. Dönüyordum, durmadan dönüyordum. Hızlanıyordum, yavaşlıyordum. Çapıp duruyordum duvarlara. Vücuduma iğneler batıyor, darbeler iniyor, ruhum çekiliyordu.

Küçüldüm. Cinsiyetsizleştim. Kişiliksizleştim.

Kurulmadan hareket edemeyen
oyuncaklardan hiçbir farkım kalmamıştı. Olayların akışına o kadar bırakmıştım ki kendimi, dünyada olup bitenlerden bir haberdim. Çok değil birkaç ay önce kurduğum hayallerden çok uzak, kendini seven küçük kızdan çok uzaktaydım.

Ve bir dürtülmeyle uyandım. Sıcaktı, güzel kokuyordu. Bir kurtuluş olduğuna inandım, sarıldım. Her zaman yaptığım gibi kapadım gözlerimi gerçeklere. Bilmiyormuş, duymuyormuş gibi devam ettim. Evet, kaçtım. Ben hep kaçardım, güzel bir yoldu problemlerden uzaklaşmak için. Üstünü örtmek için. Gözlerimi açmamak için çok uğraştım, parmaklarım avuçlarımda o kadar sıkmıştım ki ellerimi tırnak izleri yerleşmişti. Ama o günün geldiğini hissedebiliyordum, kaçıyordum ama hissediyordum.

Geldi.
Çok acımadı. Ama acıdı.
Geçti mi?
İyi ki zaman vardı.